Vapur düdüğünü işittiğinde, kulaklıklarını çıkarttı. İki şarkı arasındaki sessizliğe denk gelmesine kayıtsız kalamamıştı. Kolunun altına sıkıştırdığı simitle koşturarak yetiştiği vapurlar, dershaneye gittiği hafta sonları geldi hatırına. Elindeki kese kağıdındaki kurabiye ve karton bardaktaki yapay kokulu kahve için ne çok sıra beklemişti. Dışarıda oturup martılara simit attığı, hayaller kurduğu günlerden bugünlere ne kaygılar ne umutlar taşımıştı. Ayna niyetine vapur camına bakıp ruj sürdüğü, bir çift meraklı göz ile karşı karşıya gelince, muzipçe gülümsediği günlerden bugünlere…
Etrafına bakıp, anın tadını çıkartmaktansa ,telefondan gözlerini ayırmayan gençlere baktı. Vapur yanaşırken, elindeki telefonu çantasının içine sanki bir daha hiç çıkarmayacakmış gibi gömdü. Yürürken kumral saçlarını karıştırıp dağıtan rüzgâr, bir yandan yüzünü de okşuyordu sanki. Sahil boyunca yürürken aldığı kokuları içine çekip, hapsetmek istedi. İyot kokusu yosun kokusuna karışmış, balıkçıların oltalarından henüz çözdüğü kedilere yem ettiği balıkların kokusu da onlara katılmıştı. Sanki hepsi ayrı ayrı ama bir o kadar bütün ve bir o kadar tanıdık.
Karşıya geçme zamanı geldiğinde yaya geçidini dikkate almayan şoförlerin ve pek muhterem ailelerinin de kulaklarını çınlatan birkaç küfür sonrası; dar sokaklardan geçiyordu. Sokaklarında oynadığı, dizini defalarca yardığı, hala izlerini taşıdığı sokaklar. Bir çocuk bile yoktu etrafta koşturan, istop oynayan, ip atlayan… Bir çocuk geçmişti yanından aslında ama onu saymıyordu. Sonuçta kaskı ve dört tekerlekli bisikletine rağmen annesinin arkasından tuttuğu o küçük kız çocuğu, hatırındaki özgür ruh ile pek bağdaşmıyordu. O dizleri kabuk tutmuş, çılgınlar gibi eğlenen çocuklar yerine sokağa adım atmaya korkan, korkutulan çocuklar.
Eve yaklaştıkça düşüncelerden sıyrıldı. “ ıllar Apt. “ O “y” harfi nerede acaba diye düşündü, gülümsedi. Elini dipsiz kuyuya attı. O gömmek istediği telefon geliyordu eline de anahtar bir türlü gelmek bilmiyordu. “Bir anahtarlık takmak bu kadar zor olmamalıydı” diye kendi kendine söylendi. Birkaç parça kıyafet alıp çıkacaktı evden. Annesi gelse halletse şu işi ne olurdu sanki. Sonunda başardı. Anahtar bile yadırgadı sahibinin yokluğunu sanki, açmadı da açmadı. Artık sinirlenmeye başlamıştı. Sonunda açıldı ağır ağır, gıcırdaya gıcırdaya .. Kapı açılır açılmaz babaannesi koktu ev. Yaşlı kokusu diye bir şey var diye düşündü. Bir ağırlık kara bulutlar gibi çökmüştü sanki kalın kahverengi perdelerle loş bir sarılığı olan eve. Gün ışığı aralık kalmış perdeden sanki başını uzatmış, girmeye çekinir gibiydi. Perdelere elini uzattığı an o loş havada uçuşan toz zerrecikleri burnunu kaşındırdı. Genzi ve burnu arasında gidip gelen o tatlı kaşınma isteğini iter gibi salladı ellerini boşlukta. Hemen pencereleri açtı, dışarıdaki yasemin kokusunu içine çekti. Bir an önce çıkmak, sokağa karışmak, bu enerjisini düşüren havadan çıkmak istiyordu. Yatak odasındaki şifonyerden hızlı hızlı çamaşır, fanila, çorap ve gecelik aradı elleri. Aynanın önünde dizili, sıra sıra çerçevelere gözü takıldı. Her çerçevenin kenarına oje ile sayılar yazılıydı. Yaklaştı, çocukluğu yıl yıl karşısındaydı; tam on yedi çerçeve. Son on iki yılın resimleri yoktu. Geçen onca yılda beraber biriktirilmiş pek bir anı da yoktu zaten.
Eskiden koyu kahverengi olduğunu hayal meyal hatırladığı, tüm boyaları aşınmış sandığa dikti gözünü. Ne kadar ağır görünüyordu. Küçükken etrafında koşturduğunda, her soluklandığında içinde ne olduğunu sorardı. Aldığı cevap hep aynıydı: “Senin çeyizlerin var, kuzum”
“Babaanne ne çeyizi, ben küçüküm” dediği günler… Ön dişi düştüğünde, “çirkinim ben!” diye ağladığında o koca göğüsleri ile sarıp sarmalayan babaannesi… Kafasını göğsündeki hışırtıya yaslarken; “babaanne bu ne yahu, hışır hışır?” dediğinde “gazete koydum kuzum, göğsüme soğuk işlemesin diye” dediği geldi aklına. Ne gülerdi ona. Sandığa gitti eli. Küçüklüğünde parmaklarının etrafından çizmeye çalıştığı el şekillerinden, yaptığı patates baskılarına kadar her şey saklanmıştı. Pembe gül motifli bir mendilin arasında, o çirkinliğine sebep dişi bile buldu. Telefon çalmaya başladı. Sanki farklı bir sesti bu alışık olmadığı; ağır ağır çalıyordu. Çantasını bulamadı bir an, afalladı.
Sanki gözünün önünden geçen film şeridi onun tüm pişmanlıklarını yorgan gibi üstüne sermişti. Hareketleri yavaşladı. O anlık sessizliği yararcasına tekrar telefon sesini duydu. Bu ısrarla arayan müdüründen başkası olamazdı. Hayır yani yarım gün izin de almıştı bu kadar acil ne olabilirdi.
Evin girişine kadar duvara tutunarak gitti, evin ağırlığı ayaklarını da ele geçirmişti sanki. Eline aldığı o çok akıllı telefonunun ekranında annesinin fotoğrafı yanıp sönüyordu.
“Anne tamam alıyorum eşyaları, bir saate hastanedeyim”
“Yeşim…”
“Anne, duymuyor musun ,geliyorum diyorum”
“Gerek kalmadı kızım eşyalara”
“Nasıl?”
“Kaybettik babaanneni”
Sessizlik. Telefonun yere düşüp çıkarttığı sesten sonra çıt çıkmıyordu. Sokaktan bile tek ses gelmiyordu. O çok çalan telefon, son verdiği hayırsız haberden sonra bir bip sesi bile çıkarmamıştı.
Sandığın yanına uzandı. Dışına saçtığı onca eşyanın ardında belli belirsiz şeye gözü takıldı. Eline aldı. Gazetelere sarılı parçayı özenle açtı. Göz yaşları dudaklarından çenesine akıyordu. İçinden çıkan “y” harfli paslı metali avucuna aldı. Sandığın yanına boylu boyunca uzanırken; “güle güle babaanne” diye fısıldadı.
İnsanın içine işleyen harika bir hikaye olmuş, tebrikler Nazlı Gümüş Soydan ??
Hepimizin yasadigi hayattan bir kesit, duygu yuklu, huzunlu ve cok guzel..
Hüzünlü olduğu kadar güzel ve çocukluğumuzdan izler taşıyan bu hikayeyi paylaştığın için teşekkür ederiz,Nazlı Soydan .Bu güzel yazıların devamını bekliyoruz .
Nazlı’cım ellerine saglık ?
Değer verdiğimiz büyüklerimize ve onlarla birlikte bizlere eski anıları çağrıştıran, şimdikinden çok daha gerçekçi ve samimiyet kokan eski hayatlarımıza duyulan özlemi
gözlemci bakış açısıyla çok yalın ve akıcı bir şekilde dile getirdin. Tebrikler ?
Duyguları en güzel şekliyle, tüm his ve yoğunluğuyla aktarmana bayılıyorum, okurken anı hissettirebilmen gerçekten çok etkileyici. Harikasın gerçekten..
Nazlıcım. Duygu yüklü bir o kadarda tarih yazan satırların iki damla gözyaşı akıtamadan sulanan gözlerım ve boğazımda bir yumruk bıraktı diyebilirim. O tatlı sessiz ama hep iyilik hissi uyandıran babaanneni Kamuran teyzemi hatırladım.
Satırlarında yaşlılığın ama buruk pişmanlıkların hiç olmaz sandığımız yaşamın bitiş anının bu denli güzel anlatışına tanık ettin beni. Beni benden aldın.
Sen yazmalısın. Bir birkaç belki çok kez. Yazarken büyür yüreğimiz Tebrik ederim Nazlıcım
Nazlı Soydan Gümüş okurken bitmesin dediğim duygu dolu hikayenin başlangıc anını biliyorum bizlere evimizden ayrılmadan yazdığın ufak mesajlardı…Beklenen gün bugünmüş tebriklerim bir kucak dolusu .Anlatımlarını benzetmelerle bağladığın cümleler nasıl hoşuma gitti ben de sanki yanındaydım hep yanında olmak dileğimle bu güzellikleri yaşatacağın diğerlerini hep bekleyeceğim?
Canım Nazlım çok duygulandım çok tebrik ederim yazın harika babaanne i çok yakından tanıdığımız için katbekat daha hüzünlendim anlatımın bu yazılarının devamını müjdeledi bana seni çok seviyorum teyzecim
Sedakayıra