Sevda baştan gitmiyor, sarılıp yatmayınca…
Böyle demiş bilge halkımız. Demek ki sevda, yar ile sarılıp yatınca geçecek bir hal. “Seversin, kavuşamazsın; aşk olur” diyor Aşık Veysel. Konuyu gayet iyi anlamış ve anlatmış bilge halkımız. Hal böyle olunca, bir de fizik gözüyle bakalım dedik, şu aşk mefhumuna.
Aşk, bir kavuşamama haliyse, “ayrılık” ya da “ayrıklık” gibi kavramlarla da açıklanabilir. İnsanın “bir” olmak istediğinden “ayrı/ayrık” olma hali aşk halidir demek ki. Peki modern fizik nasıl yaklaşmakta bu konuya?
1980’lerin başında, yılında Paris Üniversitesi’nde bir bilim insanı parçacıklar üzerinde deneyler yapıyordu. Alain Aspect, bir atomaltı parçacık ikizini (örneğin ortak atadan gelen iki nötronu) deneylere soktu. Aspect, parçacıklar arasında bir mesafe bırakarak, parçacıkların birbirleriyle olan bağlarını inceledi. Sonuçlar ilgi çekiciydi. Aynı kökten (atomdan) alınmış iki nötron, birbirlerinden uzakta dahi birbirleriyle haberleşiyorlardı. Bir nötrona yapılan etki “anında” diğerinde ortaya çıkmaktaydı.
Bu, John Stewart Bell‘in teoreminin kanıtı anlamına geliyordu. Fizikçiler, ortak atadan gelen parçacıkların aralarında mutlak bir bağın olduğunu, dahası bu bağın uzaklıkla bağlantılı olmadığını gördüler. Einstein’in itirazına neden olan “ışık hızından da hızlı” haberleşme, kanıtlanmıştı. Aslında bu, ışık hızından hızlı haberleşme yerine, “eş mekanlılık” ya da “dolanıklık” olarak tanımlandığında daha doğru olacaktır. Zira parçacık fiziği göstermiştir ki, ortak atadan gelen parçacıklar (ya da bir defa bile etkileşime geçmiş parçacıklar) birbirlerinden hiçbir zaman ayrılmıyorlardı. Aralarındaki mesafe ne olursa olsun. İster bir metre ister bir galaksi uzaklıkta olsunlar, parçacıklar birebirlerinden “anında” haberdar oluyorlardı.
Yeni bir dünya
Kuantum (parçacık) Fiziği, dünyayı (aslında tüm maddi gerçekliği) yeniden tanımamız gerektiğini gösterdi. “Gerçek olarak nitelendirdiğimiz her şey, gerçek olarak niteleyemeyeceğimiz şeylerden oluşuyor” diyor Niels Bohr .
…ve ekliyor, “Eğer Kuantum Fiziği sizi derinden etkilemediyse, onu hala anlamamışsınız demektir!”.
Kuantum Fiziği, ayrık olarak “gördüğümüz” parçacıkların aslında daima birbirlerinden haberdar olduklarını, dahası bu haberleşmenin, olay anında, tam da olay gerçekleşirken, hiçbir gecikme olmadan gerçekleştiğini gösteriyor bizlere. Birbiriyle bir defa bile etkileşime geçmiş parçacıklar, sonsuza dek birbirlerinden haberdar olacaklardır. Ayrıca, Büyük Patlama gibi bir ortak ata olduğundan, tüm evren birbirine dolanık bir parçacıklar yumağı olmalıydı. Öyleydi de, biz bu yüzyılda anlamaya başladık. Buna müteakip, uzaktan etkileşimin hiçbir zaman gerçeküstü bir durum olmadığı anlaşılır oldu. Aslında “uzaktan” kavramı da parçacık fiziğine aykırı bir anlam içeriyor. Çünkü gelinen noktada, tüm varoluş, geçmiş, şimdi ve gelecek, zamanla birlikte tek bir noktaya toplanmış gibi görünmekte.
Materyalizmden şüpheye…
O güne kadar, fiziğe ve yeni keşfettiğim dünyaya dair düşüncelerim ispatlanmamıştı. O gün ve öncesindeki birkaç gün, aklıma giderek daha fazla düşen bir insan için bir arkadaşıma danıştım. Anlattım, “Her geçen an daha fazla düşüyor aklıma!”
“Ara O’nu” dedi arkadaşım. “Çünkü O da seni düşünüyor!”
Bu öngörü, ispatlanabilir bir yasaya bağlı değildi o zamanlar. Fakat şimdi biliyorum ki her parçacık, etkileşime girdiği parçacıklarla etkileşimini sonsuza dek devam ettiriyor. Aradan onca zaman geçmesine rağmen, kolay kolay yapmayacağım bir şeyi yaptım, aradım.
“Ben de birkaç gündür seni düşünüyordum” dedi telefonun ucundaki ses. O günden sonra, gerçek diye algıladığımız bu ayrık düzenin arkasında olanı anlamak adına bakmaya başladım. Belli ki perdeliydi gerçek, bizden, olağan günlerini yaşayan, tekrarların ve “tesadüflerin” izlerini sürmeyen insanlar için perdeliydi gerçek. Neyse ki fizik bu konuda tekrar tekrar aynı sonuçları aldı, hayatımıza “dolanıklık” ilkesini soktu.
O günden sonra çok fazla deneyim şansına sahip oldum. Her deneyimde sekmez bir şekilde aynı sonuca vardım. Öyle bir hal vardı ki insan kalbinde, o hale geçtiğinde, şeksiz şüphesiz o hale, haberleşemeyeceği kimse kalmıyordu. İşte tam bu noktada eminlik müessesi devreye girmekte.
Eminsen, dolanıklık vardır.
Bir başka deyişler, “ayrıklık” yalnızca insan zihnindedir. Parçacık Fiziği’nin söylemediği bir gerçeği biz söyleyelim o halde: Hiçbir şey, birbirinden kopuk/ayrı/ayrık değil. Ancak, ayrıklık düşüncesi ve inancı olan zihinler için bir cam fanus var. Bu fanus, ayrıklık düşüncesinin, insanı gerçeklikten ayırma şeklidir. Oysa ki, hiçbir zaman ayrı olma şansımız yok, fiziksel olarak yok.
Emin olmak, yasanın nasıl çalıştığını ve her deneyimde aynı sonucu vereceğini bilmektir bir bakıma. Bu durumda, ayrılık acısı da insanın yalnızca zihinsel bir deneyimidir. Buna teolojide “cehennem” adı verilmekte.
Ayrılık acı verir. Ayrılık bir zandır. İnsan zihninin bir oyunu. Fizik öyle demiyor çünkü. O halde acımızı ve azap çektiğimiz anları da kendimiz var ediyoruz. İyi bir hizmetçi fakat kötü bir efendi olan zihne bırakarak anlarımızı.
Cehennem, insan zihninin ayrıklık zannından olagelir.
Peki bilge halkımız yanılmış mı?
Elbette hayır, o en güzelini yapmış tanımların, ayrılık hissine dair. Ayrılığın anatomisini en güzel o tanımlamış.
Siz yine de gerçek dediğiniz şeylerin ardında gerçek diyemeyeceğiniz şeyler olduğunu unutmayın.
Çünkü tüm varoluş, geçmiş, şimdi, gelecek ve zaman, tek ve mutlak bir noktada, büyük patlamadan önceki halinde bulunmakta, hala.
Ayrılık, bir düştür, zihnin kurduğu ve gördüğü.
İyi uykular, o vakit…