“Ne diye durup dururken gelir, el âlemin rahatını kaçırırlar. Biz kendi âlemimizde yaşayan insanlarız! Her şeyimiz kendimize göredir.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Tanpınar’ın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli romanı Türk toplumunun son elli yıl içerisindeki yaşadığı ikilem bocalamasının acı çığlığıdır. Doğu – Batı kültürü arasında sıkışan bir taraftan gelenekten kopamayıp çırpınan, fakat bir taraftan da modernizmin ışıltılı bakışlarına aldanan halkın akıntıya karşı kürek çekim mücadelesidir. Karaya çıkmaya çalıştıkça dalgalar daha da hiddetlenmekte, bedenleriyle alabora olmuş ümit duyguları daha dibe doğru saplanmaktadır. Tabiri caiz ise Titanik’in orkestrası gibidirler. Gemi su alsa dahi çalmaktan başka çareleri maalesef kalmamıştır.
İçerisinde kalınan küflü dönemin doğurduğu kötü sonuçlar, masal havasında yaşayan halkı ne yazık ki ilgilendirmemektedir. Olanlar karşısında sergilenen ciddiyetsizliğin vermiş olduğu rahatlık ve yaşanan irrealist düşünce kalıbı kırılamadığı gibi zihinlerde farklı çeşitlere devşirerek iyice çıkmaza sürüklenmiştir. Konuşulan her mevzunun alaya alınıp şakaya vurulması da bahsedilen devşirmenin enkazından sadece birkaç temsildir.
Bahsettiğimiz kaos evresinde yaşamını sürdürmekte olan dönemin insanları bilim yerine sağduyuyu, doğru yerine batıl inanca bağlı kalarak her konuda kendilerini uçurumun eşiğine götürmüş, üstelik bununla da yetinmeyip ‘’yalan’’ kavramının ahlaki boyutunu da ortadan kaldırarak adeta kandırılmaya hazır hale gelmişlerdir. Bu yüzden de sahne, kriz yönetimini değerlendirmek için ortaya çıkan meczup sahtekârların inşa edeceği, amaçsız kuruluşların açılmasına da yer hazırlamıştır.
Eser genel hatlarıyla ele alındığında bir amacı temsil etmektedir. Bu amaç, Tanpınar tarafından son elli yıl içerisinde düşünmeden, üretmeden, ellerini açıp gözlerini kapayarak kurtulmayı bekleyen Türk toplumunun tutsak durumunu, ana kahraman olan Hayri İrdal’ın yaşantısı üzerinden gözlemsel ve hicivsel şekilde anlatmaktır. Dört bölüme ayrılan yapıtta her bölüm, karakterin bizzat yaşayıp sentezlediği üç devrin uyumu içerisinde yoğrulmuştur.
Ana kahramanın çocukluğunun geçtiği ilk bölüm İstibdat devridir. Hayri İrdal’ın yaşamakta olduğu çevrenin gerçeklik dışı hareketleri, içinde bulundukları hayatın acımasızlığına karşı adeta isyan bayrağını çekmiş gibidir. Olanlar olacaklara gebe fakat onlar, hala yerinde yürümeye alışkın masalcı kaplumbağalara benzeyerek, yaşananlardan katiyen ders alma gayreti göstermemişlerdir.
“Onların, gördükleri, elleriyle yokladıkları, duygularına cevap veren şeylere herkes gibi inanmamaktan başka hiç bir günahları yoktu” Hayri İrdal’ın kurmuş olduğu bu cümle aslında toplumun sosyolojisini çok iyi yansıtır vaziyettedir.
Karakterimizin başına bela olacak saatler ile tanışıklığının başlangıcı olarak kabul edilen bu bölümde ailesinin başına hep sorun olmuş vasiyet davasının kendilerini ne tür bir sefalete soktuğunu, bu yüzden de babasının ve babasına benzeyen arkadaşlarının refaha ermek için hurafelerin dibine batarak hazine araması, dönemin klasikleşen enteresan olaylarından sadece birkaçıdır.
İkinci bölümde ise artık zaman İkinci Meşrutiyet devridir. Birbirini kovalayan savaşlardan sonra yıkılan imparatorluk yine de gözü kapalı milleti uyandırmaya yetmemiş, ne acı ki uyumakta olanların üstüne, gece bütün karanlığı ile daha da hâkim olmuştur. Çağın diğer milletlerine göre vitaminsiz kalındığının umursamazlık hazzı, sorgulamaktan muaf tutulan insanların tereddütünü bastırdığı için aslında herkes bir nevi halinden memnundur. Sırf boş vakitler doldurulsun, saçma sapan konular konuşulsun diye açılan İspritizma Cemiyeti ve Hayri İrdal’ın takıldığı kahveler verilebilecek en güzel örneklerdendir. “Bu daima böyleydi. Ne kadar ciddi başlarsa başlasın burada her iş en beklenmedik neticelerle biterdi. Bu kahvenin bir adım ötesinde yüzde yüz gibi bakılan bir hesap, burada birdenbire en hafif ihtimal şekline girer, bir yığın gidip gelmeden sonra talihin bir alayı olurdu. Hülâsa bu abes denen şeyin bataklığı idi. Ve ben farkında olmadan boynuma kadar ona gömülmüştüm.”
Hayri İrdal adeta bataklıkta kurtarılmayı bekleyen canlı tasvirindedir. Zihnen felakete sürüklendiğini kabullense de son darbeyi kimin indireceğini beklerken kitabında seyrini değiştirecek olan o meşhur üçüncü bölüm canavarı Halit Ayarcı çıkagelir.
İstibdat ve Meşrutiyet devirlerinden sonra Cumhuriyet’e geçiş olarak kabul edilen bu bölümde kitabın kapağına da öncülük eden Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kuruluş – işleyiş ilişkisi üzerinden o zamanlarda açılmış benzer kurumların gereksizliği ve Halit Ayarcı gibi kriz illüzyonistlerinin insanları nasıl manipüle ettiği üzerine Tanpınar yoğun kritikler yapmaktadır. Özünde sahtekârlıktan öteye gidememiş bu adam karanlık devrin kurtuluş meşalesi olarak görünse de yapmakta olduğu işlerin gülünç durumları elbet açığa çıkacaktır. Çünkü yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar.
Bütün bunlar anlatılırken fakir ama gururlu bir o kadar da sorgulayan Hayri İrdal’ı önemli mevkilere erişmiş olarak buluruz. Halit Ayarcı aracılığı ile ne idüğü belirsiz fakat önemli işler yaparmış gibi gösterilen Enstitünün müdürü konumuna getirilen karakterimiz bir anda boş insan konumundan menfaat melekliğine terfii etmiştir. Maşa olarak kullanıldığını bildiği halde maddi açıdan rahatlığa eriştiği için gördükleri karşısında susmaktan başka çaresi yoktur. Hatta kendimi methetmek gibi gülünç bir hâle düşmeden, diyebilirim ki, talih ve tesadüf, bu Hayri İrdal zavallısına bütün acizlerine rağmen, bu müessesenin kuruluşunda mühim bir rol oynamayı nasip dahi etti.
Üçüncü bölümden sonra Cumhuriyetin devamı olarak esas alınan dördüncü bölümde aslında konuşulacak pek bir şey kalmamıştır. Tıpkı bir kompozisyon yazısının giriş, gelişme parçalarından sonra her şey okunmaya hazır beklenen sonuç kısmının çözülüp akmasına benzemektedir. Ortada somut anlamda sefil hayattan kurtulmuş, üne kavuşmuş, rahata ermiş bir Hayri İrdal bulunsa da durumu soyuta vurduğumuzda karakterimiz ruhsal açıdan hiç memnun değildir. Enstitünün amaçsızlığını sürekli fark edip sorgulamaya çalıştığında hep susturulmaktadır. İçinde dolaşmakta olan hakikat kurduna gün geçtikçe yem oluşu çevresine karşı tiksinç duyarlılığını da arttırarak durmadan devam eder.
Hayri İrdal hep beklemektedir. Boşluğa karşı bağırdığı yankının duyulmasını, yalancının mumunun yatsıya kalmadan sönmesini, enstitünün kendisini ne tür felaketlere sürüklediğini, kısacası hayatının yıkıntısını anlatmayı beklemektedir.
Vakit ilerledikçe toplum tarafından ciddiyeti kaybolan Saatleri Ayarlama Enstitüsü elbet önemini yitirip dağılacaktır. Bu sayede de bir zamanlar kriz yönetimini değerlendiren sahtekârlara kalan devrin sahnesi artık tamamıyla doğruları çınlatacak olan karakterimize hizmet etmeye tamamıyla hazırdır: “Çünkü ben Hayri İrdal, her şeyden evvel mutlak bir samimilik taraftarıyım. İnsan her şeyi açıkça söylemedikten sonra neden yazı yazsın?”