Okuduğumuz kitaplar kategorilerden oluşur. Mesela bunlar tarihi, edebi, felsefi, fantastik ya da biyografik türdür. Bu sıralama uzar da gider. Ancak Hakan Günday, Ziyan adlı yapıtında bu kategori kanunu öyle garip şekilde alt üst etmeyi başardı ki günlerdir kendime gelemeyip acaba sizlere nasıl aktarsam diye düşünüyordum. Çünkü ‘’Ziyan’’ ebemkuşağı derler ya hani işte o derece karmaşa sorumluluğu içerisinden sıyrılmayı başardı. Biraz tarihi, biraz edebi, biraz fantastik, biraz psikolojik ve biraz da biyografik türlerin tutamlarından öyle iksir hazırlanmış ki, içtiğimizde kendimizi ilginç şekilde garip hissediyoruz.
Daha fazla bekletmeyeyim. Hadi içeriğe geçelim…
Ziyan adlı eser, Türkiye’nin doğusunda askerlik hizmetini yapan ve bu görevi gerçekleştirirken zihnindeki hastalıklı düşünceler, geçmişten beri geceleri gördüğü saplantılı rüya ve tıpkı köşeye sıkışmış bir av gibi hissetmesinden dolayı kendisini intihara hazırlayan gencin hikâyesidir. Geçmişte Mustafa Kemal Atatürk’e suikast teşebbüsünden dolayı idam edilen Ziya Hurşit’in hayaletini görüp, onun ile yarı özellikle geceleri nöbet kulelerinde yarı gerçek yarı hayali konuşmaları ile başlar.
Kitabın ana konusu aslında bu diyaloglardır. Ancak bu diyalogları ilginç kılan olay ise Hakan Günday’ın belki de başardığı en güzel yaptığı şey olan realizm ile postmodernizmi birbirine bulaştırmadan okuyucusuna aktarması. Yani o kulede Ziya Hurşit’i dinlerken bir anda bambaşka tarihte yaşadığı olayda buluşabiliyoruz. Fakat neden tarihten başka bir kahraman değil de Ziya Hurşit seçilmiş bunu ilerleyen sayfalarda sabrederek öğreniyoruz.
O sayfadan bir kesit aktarırsak; “Çünkü iyi değildim. Hiç iyi değildim. Uyuyamıyordum. Her gece aynı kâbusu görüyordum. Ne görüyordum biliyor musun? Atatürk’ü öldürdüğümü görüyordum. Ona ateş ettiğimi. Elimdeki tabancayla. Önümden, üstü açık arabasıyla geçerken. Kime anlatabilirdim böyle bir kâbusu? Her gece aynı kâbusu görmek ne demek sen bilir misin?”
Ancak geçmişten kopup gelmiş Ziya Hurşit intihar etmeye niyetli bu genci kurtarmaya ve vazgeçirmeye niyetlidir. Aslında vazgeçirmek değil de daha zamanı var demeye çalışır. En azından geçmişini anlatacak kadar vakit diler ondan.
”Eğer kendini öldürürsen benim kim olduğumu hiçbir zaman öğrenemeyeceksin.”
Ziyanın geçmiş serüveni başlar. Bu serüven içerisinde biraz maceralı biraz hüzün damlaları belirir sayfalarda. Okumak için gittiği ülkenin üniversitesinde geçen zamanlardan, âşık olduğu Yahudi kadın ile yaşadıklarından, deli cesareti ile katıldığı savaştan ve başarılardan bahseder. Ancak onun için dönüm noktası, memleketinin düşman altında olduğu dönemde babasını kurtarmak için yurda dönmesi ile başlar. Mustafa Kemal Paşa’nın gayretini görmesi ve onu meclise alması beraber çalışmalarını ve Atatürk’ü kendisine önder gördüğü tabiri caiz ise aşk derecesinde bağlılığını anlatır. Tabii bu işin suikasta uzanan yolu da var. Suikast sebebini ise mecliste gördüğü tonlarca yanlışlığı ama Paşanın bu duruma sessiz kalmasını, o çatı altında hala saltanat yanlılarının olup ancak hala söz alma haklarının oluşunu ve Kemalizm devriminin sonsuza kadar yaşaması için suikast istediğinden bahseder.
Bu konuda aydınlanmak için o sayfaya gidersek; “Gerekli gereksiz her yere gönderilen İstiklal Mahkemesi heyetleri harcadıkları paranın hesabını idare memurlarına vermiyor ve ben yine deliriyordum.”
Savaş boyunca dimdik kalmış, yeniçağın mimarı öğretmenlerin maaşları insani seviyeye yükseltilsin diye boğaz patlatıyor ama sıralara inen yumrukların gürültüsünden sesimi duyuramıyordum.
Ne söylediklerimi anladılar ne de kendi söylediklerini. Ama belki gerçekte kızdığım onlar değildi. Gerçekten kızdığım bir başkasıydı. Bir dahi. Her şeyin farkında olan bir dâhiye kızıyordum.
Ve suikasta nerede karar verdiğini de açık açık kitapta belli eder.
“Tabii ki bir günde olmadı bütün bunlar. Bir günde terk etmedim kahramanımı. Bir günde kırılmadı hayallerim. Bir günde vazgeçmedim, Mustafa Kemal’den. Bir günde karar vermedim peşini bırakmaya. Ben bir romantiktim, asker. Bir saniyede karar verdim onu öldürmeye! Bir saniyenin içinde!”
Fakat bu olaylar zincirinde dikkat çeken ya da bilerek dikte ettirilmek istenen konular mevcut. Bunlardan birisi anti militarizm birisi de Pesimizm. Rütbesi düşük bir askerin rütbe hiyerarşisi içinde nasıl ezildiğini, nasıl dayak yiyip abartı cezalar aldığını ve içi boşaltılmış eğitimler yüzünden askerlik kavramı herkesin çekindiği korkunç, çekinilen ve bıçak sırtı bir duruma dönüştüğünü çok iyi yansıtıyor. Pesimizim konusuna gelirsek her nöbet sırasında acaba sabah kendisine selam veren yerli halkın ne zaman kendilerine ateş açıp cesetlerini yiyecekler düşüncesi. Sürekli ve sürekli olumsuzluk ve soğuktan ölme düşüncesi başarılı bir portre olarak çizilmiş.
Kitabın ilerleyen sayfalarında işler daha çok karışıyor. Bu kez intihar etmeye niyetlenip vazgeçen asker Ziya Hurşit’i ziyaret ediyor. Hem de İzmir’e suikast için geldiği otel odasında. Hem de işlediği suçlardan ötürü tutulduğu askeri cezaevi hücresinde.
Ziya Hurşit amacına ulaşıp intihardan vazgeçirmişti.
Bakalım aynı şekilde o askerde Ziya Hurşit’i suikastten vazgeçirebilecek mi?
Size daha ilginç bir şey daha söylemem gerekiyor.
Ya bunların hepsi bir akıl oyunuysa
Ya Ziya Hurşit hiç gelmediyse
Ya da o asker hiç bunları yaşamadıysa
Bilemeyiz
Okuyun siz karar verin.