in

Astroloji, Falcılar, Medyumlar; Soslu Karanlık Ya Da Gökyüzü Meydanı

Her türlü fal;  (kahve, tarot, yıldız; yan dal…)  Hiçbiri size gerçekliğinizin farkında olmak kadar faydalı değildir. Kendini kendin bil, kendin tanı…

İnsan rüyalarla ilişkilendirdiğinden midir nedir geçmişten beri kendini hayatı hakkındaki bilinmeze, geleceğinin ne olacağına çok kaptırmış durumda. Rüyalar en saf ve doğal olanı ve ki aynı zamanda bir ritüel. Rüyalarını birbirine anlatmak insanlar arasında bir bağ. Ama şu an günümüzde özellikle salgınla birlikte daha da çok artmış umut tacirliği, medyumluk, ilişki koçluğu, kısmet bağlama, kendini bağışlama, temiz sayfa, çevrendekileri affetme, yenilenme, aşk açma, kendine bağlama, zıvanadan çıkarma… Bilumum insan oyunu tavan yapmış durumda.

Güvensiz bir toplumda iyilik ve kötülük oyuncak olur ve açık yüreklilik yerine fısıltılar kol gezer… Peki, niçin böyle? Nedir bu insanın kendine düşmanlığı, kendinden kaçış için bin bir türlü sapağa sapışı… Bir güler yüz mü? Göğe bak, kendin de görürsün. Belki gerçekten tüm bu başımıza üşüşen sinekler bizim de beş duyumuzla fark edebileceğimiz hava satıcıları… Altıncı bir duyu satıyorlar. Ama önce bizi körleştirmeleri gerek. Ki bu altıncı duyu diye sattıkları görme gücü olsun. Gereksiz zaman kaybı. İş olsun torba dolsun, derler ya. Fal, astroloji, medyum vs. de böyle… İşi gücü olmayanların uğraşı. Çünkü her hâlükârda bir durdurma söz konusu yaptıkları işin özünde. Alıkoyma, bakma, baktırma. Nelere baktırırız? Hastalanınca doktora gideriz… Arabamız bozulduysa tamirciye arabayı baktırırız… Yani bu tür yerlerde eğlence amacı ile bile olsa zaman harcıyorsak, önce bir durmuş olmamız gerekiyor. İşi gücü bırakmamız. Alıkonmamız. Bu salgın günlerinde arttı çünkü bir durma var.

Dünyaca Belirsiz bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde, bazı ülkelerde (Hollanda) akla mantığa sığmayacak cinnet eylemlerine neden olan bir karanlığa gömülmüş durumdayız;  kısıtlamalara karşı eylem yapmak…  Her türlü kehanet karanlık ister. Rüyaların doğal hamurudur karanlık. Birilerinin bize rüya denli ışıltılı bir şeyler anlatması için önce suni bir karanlık satması lazım. Salgınlar ortaçağda kalmış gibiydi çıkıp geldi… Cehalet de ortaçağda kalmış gibiydi çıkıp geldi. Hepimiz göklerden, kartlardan, fincanlardan, tabaklardan medet umar olduk. Önümüzü görememek karanlıktaki tıkırtılara daha çok kulak kabartmamıza neden oldu.

Gerçekte fal nedir? Bizi oraya çeken nedir? Hayatımıza hâkim olamamak artık. Bir belirti bir umut bir telkin… Hiçbirimiz psikoloğa gitmeyiz kolay kolay ama hepimiz her gün fal bakarız. Psikoloğa gitme amacımız, birinin biz kendi dertlerimizden söz ederken bizi sabırla dinlemesi. Bizim dertlerimizin onun aklına kendi dertlerini getirmemesi… Onu bir arkadaşımız ya da bir yakınımızdan farklı kılan, profesyonel yapan da budur. Eğer birini onun gibi tarafsızca, sabırla dinlemeyi başarabilsek zaten toplum olarak, toplum ruh sağlığımız daha iyi olurdu. Ama biz bunu yapmayınca, psikoloğa da gitmeyince meydan medyumlara kalıyor…  Belki de tek ihtiyacı olan şey birinin onu içtenlikle dinlemesi… Belki birinin onu içtenlikle dinlediğini anladığı an iyileşmeye başlayacak… Belki tek istediği içindeki taşları dökmek…

Astrolojiden, medyumlar, falcılardan istediğimiz ne peki? Hızlı çağa uygun olarak, bizi anlatma zahmetinden de kurtararak, hayatımızı anlayıvermesi… Konserve, tablet şeklinde bir huzur… Bir tüketim nesnesi… Bir günlük… Haftalık ya da aylık… Şu günlerde astrolojik fallar, medyumlar revaçta… Ve peşinden sürüklenen medet uman yığınla insan var. “Bu günlerde vereceğim kararla benimle ilgili değilmiş. Yükselenimden kaynaklanıyormuş… Yıldızım öyle demiş, ayım böyle demiş…” sorumluluğu bizim dışımızda bir şeylere yüklemek her zaman en kolayı. Ne de olsa parasını ödeyerek satın aldığımız bir huzurumuz vardır…

Fallar, burçlar, astroloji, medyumluk, kâhinliğe soyunan ve bizi edilgenleştiren her şey soslu karanlık. Hepsini bir kenara atıp hayatı anlamak istiyorsak, kendimize bir anlam bulmak istiyorsak felsefe, fizik okumalı, iyi bir beste dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, iyi bir resme bakmalıyız. Sanat bu yüzden var. Bilimin karşısına konulan tüm bu çerçöpün karşısında durmak için. Sağlam bir akıl ve duyular yolu ile bilinçdışını da dışarıda bırakmayarak bir yol aralamak için…

Birilerinin görüşlerinin müşterisi olmak, birilerinin bizim gücümüzle beslendiği anlamına gelir ve sadece varlığımızla sömürülüyoruz demektir. Hayallerimiz, rüyalarımız duraklatılmış, bir başkasının ağzına, yorumuna bakıyorsak bir müddet sonra içimizdeki duru sular bulanır. Birbirimize sataşmaya başlarız çünkü kendimiz ve başkalarını tanımak için gerekli çalışmanın, alın terinin getirdiği emek ortadan kalkmıştır. Emeğin ortadan kalktığı yerde yabancılaşma başlar. Çünkü ortada bir ürün yoktur. Ürün biz olmuşuzdur. Çatışmaya neden olan da budur. Nesneleşmiş olmayı gururumuza yediremeyiz.

Öyleyse ayağa kalkma vakti. “Kendi dünyamı kendim kurabilir, yönetebilirim. Fren bende.  Başkalarının ittirmesine, yönlendirmesine ihtiyacım yok. Elbette hatalı yollara sapabilirim. Ama yara izlerim benim kararlarımın sonucu,  benimle ilgili oldukları için de kendimi takip etmekte güçlük çekmem. Böylece ruhum bölünmemiş olur. İyisiyle kötüsüyle ben benimdir. Her gün mutlu olmak, her gün eğlenmek gerekmiyor. Bu dünya acısıyla tatlısıyla güzel… Yamrusuyla yumrusuyla…  Zor günlerim de olacak. Emin olduğum tek şeyse bu bahar yeniden erik ağacının, şeftali ağacının çiçek açacağı… Biz olsak da olmasak da devam eden bir döngü var.

Öyleyse böylesi karanlık bataklara dalmaktansa, doğayı korumak, çağımızın en önemli sorunu olan su krizine, iklim krizine karşı önlemler için çaba göstermek daha iyi. Kuş düşer. Ama kanatları vardır kalkar. Ruhumuz olduğunu unutursak birileri bize durmadan ruh satar. Ben bu dünyaya geldiysem herkes gibi açık denizlere ya da alabora okyanuslara şu gövde denen teknemle açıldıysam, benimkine de bir göbek çekirdeği konduysa, ölünce toprağa gömüleceğim tohumsa çekirdeğim,  yolculuğumdan korkmuyorum. Tıpkı bir ağaç gibi. Sonbahar, kış, ilkbahar, yaz… İnişlerim düşüşlerim, kalkışlarım yükselişlerim var. Hapsolduğumuz şişeleri kıralım ve kendi aydınlıklarımızın ellerinden tutalım… Böyle, böyle, böyle yeniden hatırlayacağız kaldığımız yeri… Yeniden kavuşacağız; akvaryumsuz, kafessiz ve maskesiz… Gökyüzü meydanında…

Yazan Tersla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Etki Etmediğimiz Bir Dünya Ya Da Michelangelo Antonioni – Cinayeti Gördüm

Eleştirel Düşünmenin Önemi