Tüy kuşun ruhudur, ses teni…
M.C.Anday
Kaktüs, bana bir ağıt söyle.
M.C.Anday
Günümüzden yirmi beş yıl önce yayınlanmış olan Yağmurun Altında, hiç kuşkusuz Türk ve dünya şiirinin en önemli, büyük ozanlarından birinin, Melih Cevdet Anday’ın- ki çoğu müellif kendisinden, kendini bilmezlik edip Melih Cevdet diye bahseder, sanki bu soy ve yaşlı ozan, askerlik arkadaşları imiş gibi; oysa yaşsız Ece Ayhan bile Ece Ayhan’dır, Ece değil- . Şiir, Yirminci yüzyılı yaşadım/ Ertelenmiş bir yüzyıldı bu, diye başlar. Böylelikle, biz sadık okurları da, bir kez daha çetrefil, zihnen ve kalben tam olarak sindirilmesi olanaksıza yakın, biraz olsun anlamlandırabilmek için bile çok ter dökmemiz, yıllarca –hatta ömür boyu- üzerinde sevinçle uğraşmamız gereken bir büyülü metni ile daha karşılaştığımızı hemen kavrarız ustanın. Ama hiç şaşırmaz, memnun oluruz. Zaten öncesinde, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki Cuma yazılarından birinde, bir uzun şiire çalıştığını müjdelemiştir bize. Üstelik şiir, öyle üç beş kıtalık sıradan bir eser de değildir. Anday’ın en uzun soluklu yaratımlarından biri, hiç kuşkusuz tematik yönden de en geniş spektrumlu şiiridir. Son büyük şiiri olması münasebetiyle de, bir anlamda kurduğu en büyük bulmaca, şiir ve yaşam üzerine artık yazık ki son sözleri, tavrı, daha doğrusu yaşamsal önemi haiz tespit ve kehanetleridir. Öyle ki, bu muazzam metnin tam olarak kavranması, imgelerden birbiri ardına ışık hızıyla çakan çağrışımların çıkış ve hedef adreslerinin belirlenmesi Anday yönünden bile mümkün görünmemektedir. Sır, dönüp baktığı yerde kalmıştır. Hep anlar gibi olmuştur duvara vuran güneşi o; ve Sabırsız testi hiçbir zaman tam olarak dolmamış ya da dolup dolup boşalmıştır. Tabular arasında bir esinti olan yaşam, kurgularla oyalamıştır bizi. Bu akıl almaz keşmekeşte ya da karanlıkta, hayatın, insanın ve evrenin tam olarak anlaşılması, felsefi yönden tutarlılık ve doyuruculukla izah edilmesi asla mümkün olamamıştır. Bütün bir yirminci yüzyılı yaşasanız dahi… Ki o bile pek belli değildir. Yaşayamadım yirminci yüzyılı, demektedir Anday şiirin bir yerinde, her zamanki, bilenin bildiği hınzırlığı ile. (Bir yerde de, bütün yüzyılları yaşadığını savunur, düşmekten hiç çekinmediği, hatta sık sık kendi kışkırttığı bir tutarsızlıkla.) Kimse de yaşamamıştır kendi yüzyılını. Şiir, yirminci yüzyılla, bunun da ötesinde tüm zamanlarla, insan yaşamının anlamı ya da anlamsızlığı ile bir hesaplaşma ve otosöyleşi hüviyetine bürünür baştan sona. Felsefi, şiirsel nitelikte bir uzun monologdur bu. Anday’ın sadık okurları dışında hiç kimse ayırdında olmasa da, bir Shakespeare ya da Ibsen oyunu kadar derin, yüklü, değerlidir –hem de önde gelenlerinden-. Şiir boyunca keder ve belki de biraz uygarlaştırılmış bir isyan hissi bizi terk etmeye yanaşmaz. Ona yazgılıyızdır bir yerde. En iyi olasılıkla Yazgımızın uydusudur o. Bekletir ömrü yürüyen ayla birlikte/Bırakmaz günün adını koyalım… Bir majör şiirdir, içinde her şey olmak, her temel sorunsala temas edilmek zorundadır. İşte, bir büyük ozan, düşünür, okumak, hemen her yazınsal türde yazmak, çevirmek ve düşünmekle geçen uzun ömrünün sonunda şiirinin, belki de ana dilinin sınırlarına dayanmış, bu sınırların sinir bozucu boyutlardaki genişliği, o sınırları izleyen uçurumun derinliği baş döndürücü, korkutucu bir düzeye erişmiştir. Anday, özel hayatında şikâyet etmeyi sevmez, nefret eder bundan, örneğin parasız kalacak olsa, gider deniz kenarlarında saatlerce yalnız başına dolanır, kimseye söz etmez bundan -belki yağmurun altındaki martılar hariç- ama son büyük şiiri adeta bir yakınıdır, bir başarısızlık, yitiklik duygusunun müthiş bir ustalık, eşsiz bir esinle anlatıldığı, itiraf edildiği bir destandır, başyapıttır. Bu başarısızlık, Anday’ın değil, insanoğlunun/kızının yazgılı olduğu, kaçınamayacağı bir başarısızlıktır, birilerinin söylediği gibi, kim tarafından, nasıl yaşanırsa yaşansın, hayat yitirilmeye mahkûm olunan bir davadır. Modern kişi ya da ozan bile, gerçekte bir tragedya kahramanıdır. Yeryüzüne savrulmuştur, yalnızlıktan doğan iç paralayıcı çığlığı tümüyle karşılıksızdır. Varoluşçular haklıdır temel savlarında… Daha önce, insan olmaktan bunalıp, dinginliğine gıpta ettiği zavallı, kendi halinde bir ağacın rahatını kaçıran Anday, bu kez de martılara özenmektedir şiddetle. Onlar gibi, örneğin Yağmurun altında ilk kez düşünmeden görmeyi arzulamaktadır. Zira gerçek ile özne arasındaki perde, akıl ve onun işlevi olan düşünmedir, kurgudur, mevsimler bile insanları oyalamak, onların kafalarını karıştırmak için vardır salt. Durmadan değiştirirler manzarayı, talihsiz insanoğlu ile bir kez de onlar alay eder. Bir türlü Bırakmazlar, günün adını koyalım. Şiirde ve yaşamda, Çıplak su gibi yinelenir zaman, olsa olsa Yanıtsız bir yaşamdır erdemimiz. Dünyadan bir karşılık bulamaz, kendi kendinin ışığı, ödülü olmaktan başka tesellisi yoktur. Belki o bile, yalnızca Tedirginliğimizin zorbalığı olan bir sanrıdır, yanılsamadır. Zaten içtenlik de aklı sürekli olarak başarısızlığa uğratmakta, kişiyi gülünç durumlara sokup çıkarmaktadır. İnsan, tamda Tarlaya bırakılmış bir at gibi bağlı yalnız ve özgür’dür. Bu noktada beliren görünürdeki tutarsızlık önemsizdir, bu kez kasten yaratılmamıştır. İnsan, hem özgürdür hem de özgür değildir. Belki de kısmen, koşullu olarak özgürdür; ama o sakat bırakılmış özgürlük bile baş döndürücü boyutlardaki bir özgürlüktür. Zaman zaman, insana fazla derin gelir. Korku, bilinemezlik, nereye gidilmesi gerektiği konusundaki mutlak belirsizlik, tarlaya bağlı atın özgürlüğünü yaralamakta, onu kullanılamaz hale getirmekte, varlığını tümüyle işe yaramaz, hatta sorgulanır noktaya taşımaktadır. Hem olsa olsa Kapalı bir avuçtur sözcük, neden açıp da sormak ister insan?.. Ama siz her şeye karşın bana sormakta ısrarlı iseniz, derim ki, yirminci yüzyılı, hatta tüm yüzyılları doya doya yaşamıştır Anday. Kendisinin, şiirin bir yerinde, yirminci yüzyılı yaşamadığını savunurken yerden göğe kadar haklı olduğunu da muhakkak ve aceleyle eklemek koşuluyla ama. Öyle ya; kim yaşadı ki kendi yüzyılını? Sorup da dönenimiz yok…
Yirmi Birinci Yüzyıl / İzmir
Harika bir anlatım. Tebrikler.
Eleştirel bakışınız samimi, okutuyor.
Ne demiş Melih Cevdet Anday: “Bütün yüzyılları yaşadım/ Vaktim yetmedi anlamaya…” Kaleminiz sağlık Korkut Bey. Sizi takip edeceğim. Bugün Anday’dan bahseden kim var ki?..