Birçok okur, yazar, eleştirmen empati kurmaya ve Zebercet’i anlamaya çalışmış. Hakkında onlarca inceleme yapılmış, hatta tezler hazırlanmış.
Zebercet’in kırılganlığından, inişli çıkışlı ruh dünyasından, düş kırıklıklarından, derin suskunluğundan, yalnızlık figürü olmasından, ezilmişliğinden, saygısızlığa uğramaktan korktuğu için insanlarla arasına set çekmesinden, saplantılarından, hastalıklı iç yolculuğundan, hayatının monotonluğundan ve korkak bir anti kahraman olmasından bahsetmişler.
Ya Ortalıkçı Kadın’ın yaydığı ve ardında bıraktığı hüznü bilir misin?
Kendisine bir hayvan kadar bile değer verilmemesini somutlaştırıp gözünün önüne getirebilir misin?
Yıllarca Anayurt Oteli’nde neler yaşamıştı? İşlenirken şarkı, türkü mırıldanır mıydı? Tarif edemeden de olsa gönlünü birisine kaptırmış mıydı? Otelin alışverişi için çarşıya çıktığında bakıştığı, selamlaştığı ve yeri geldiğinde iki beşlik bozduğu insanlar var mıydı?
Yoksa hali vakti yerinde olanın, eli yüzü düzgünün ve arsızca sesi yüksek çıkanın el üstünde tutulduğu bu patolojik düzene isyan ediyor, içten içe, muhayyel veya gerçek birilerine sunturlu küfürler mi savuruyordu?
Ortalıkçı Kadın Zeynep, romanda anlatıldığına göre saçları kumral, gözleri koyu mavi, yüzü uzun, burnunun ucu kalkık, ağzı büyükçe, biraz dişlek, dudakları kalın…
Orta boylu, balık etinde; bacakları az eğri… Otuz beş yaşlarında… On yıl önce uzak köylerin birinden dayısı olduğunu söyleyen bir adam getirmiş kadını, bohçası koltuğunda…
Babası, anası ölmüş. On yedisinde evermişler Zeynep’i. Gerdek gecesi, sabaha karşı, bozuk çıktı diye geri göndermiş kocası…
“Hele sürtük, kim bozdu seni kız?” diye sormuşlar güya, dövmüşler zavallıyı, işin ucu bir yerlere dayanacak olunca “Yeter herif, söyleyecek de ne olacak!” demiş hinoğluhin yengesi.
Beş yıl sonra komşu köylerin birisinden, karısı ölmüş, üç çocuklu bir adama vermişler. Üç ay geçmemiş geri getirmiş adam, “Çok uyuyor bu!” demiş.
Kendisini otele çalışmaya getiren dayısının elini öpmeyip onu uğurlamayan ve gelir gelmez uykuya dalan Zeynep otelin işine çabuk alışır. Başı hep bağlıdır, yatakları düzeltir, ortalığı siler, toz alır, günaşırı yemek yapar, pazarları çamaşır yıkar, çok konuşmaz.
Otelin çarşaflarını, perdelerini yıkamaktan elleri morlaşmış ve arada uykusunun içinde Zebercet’in gönlünü hoş eden, bu çirkince kadın Sindelli köyünden… Hayatta, otelin kedisinden gayrı kimsesi yoktur.
***
Üç yıl önce babasıyla kasabadaki eski anıtları görmeye geldiklerinde iki gece otelde kalan, çantasında hep birkaç atkestanesi bulunan, uzun boylu bir genç kızın, adını Karamık koyduğu kediyi, Zebercet bir köşede sıkıştırır.
Karamık bir yolunu bulur ve Zebercet’in alnını tırmaladıktan sonra kaçmayı başarır.
Kedi, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu, Zebercet’in bakışlarının değiştiğini anlar ama tüm hayvanlar gibi ona yapılanları çabuk unutur, biraz okşanıp yakınlık görünce kendini bırakır ve sonra Zebercet tarafından tavayla öldürülür, ölüsü de sokağa, kaldırımın ötesine atılır.
Bahtsız ve kimsesiz Zeynep de kötü gidişin ayak seslerini belli belirsiz işitmektedir.
On yıldır, ilk defa, sabah erkenden uyandırılmadığını anladığında “Ne oldu ağa?” diye sorar, anlatamadığı ve çözemediği bir telaş içinde.
“Yok bişey. Çok yoruldun dün; uyandırmadım.” diye cevap verir, kurulu düzenini nedensizce bozmaya niyetli olan Zebercet.
Ortalıkçı Kadın, inanmaz ama kelimelere dökemeden etrafta dolaşmaya başlar, bir ara Zebercet’in önünden geçerken duraksar, beden diliyle bir şeyler sormaya çalışır.
Otel Kâtibi oralı olmaz.
Müşterilerin de görünmediğini fark eder bir zaman sonra, bu sefer “Neden gelmiyorlar ağa?” diye söylenir Zeynep.
Zebercet, “Bilmem. Gelirler gene.” diyerek geçiştirir.
Tüm cahilliğine, zekâsının eksik olmasına, kabalığına ve yabanıllığına rağmen Ortalıkçı Kadın’ın işkillenmesi, her şeyin ters yüz olacağı hissi çizik çizik artarak devam eder.
Kimi zaman, üslupta kendisini hissettiren hâkim yazarın anlatımıyla, ‘daha sorumsuz, daha rahat olması gereken kadın, on yıldır alıştığı düzenin bozulmasından hoşnut değildir’ çünkü.
Ve okuyucuyu şaşırtan o cümlesini kurar.
“Ben gideyim istersen ağa.”
“Nereye gideceksin?”
“Bilmem. Köye giderim.”
“Neden?”
“Yapacak bişey yok.”
Yaşamın içerisinde çalışmaktan başka gayesi olmayan ve kendini böyle var eden fedakâr bir kadın, iş olmayınca sudan çıkmış balığa dönmüştür.
Üstelik susturulmaya, takaza edilmeye alışmış Anadolu Kadını, edebiyatın ‘anlatma göster’ tekniğini kullanıyordur bir bakıma.
“Ben gideyim,” diyerek hamle yapmak, ‘bak kendine gel, sen yolunu kaybettin, ben her şeyin farkındayım’ demektir bir bakıma.
Hem gideceğinden mi Zeynep’in. Kendini ait hissettiği bir yer var mı? Onu gerçek manada koruyup kollayan, seven kimi kimsesi yaşıyor mu?
Köye gitse ne olacak? Köy yerinde dul karıya yine rahat vermeyecekler, hele de kısır olduğu bilinince, evlisi bekârı bıyık buracak; fırsat kollayacak…
***
Kasvetli zaman ilerler, dışarıdaki hayat bütün ihtişamıyla devam eder, fabrika ve tren düdükleri çalar, arabalar geçer sokaktan…
Kendi paranoid dünyasına dalmış Zebercet, kişisel takıntılarıyla uğraşırken, bir kenarda unutulon bir eşya gibi, Zeynep’i tekrar görür ve onun varlığını hatırlar.
“Ne istiyorsun?”
“Yarın gideyim mi ben?”
“İstersen git.”
Zebercet’den duyduğu son cümleden sonra öylece kalan, ne yapacağını bilemeyen ve birkaç günde adeta yaşlanan kadın son bir hamle daha yapar.
“Bir diyeceğin mi var?”
“Kaçamak yaptıydım; getireyim mi?”
Belki bu kaçamak her şeyi değiştirecektir, Zebercet ne yaptığının farkına varacak, rutin işlerine tekrar dönecek ve müşteriler (köylüler, tütün parası bekleyenler, parti delegeleri, dişçiler, hastaneden çıkanlar, yatak bulamayan hastalar, askere gelenler, pazarcılar, celepler, çalışmaya gelenler, iş arayanlar, öğretmenler, sınava gelen öğrenciler, avukatlar, bir yakınlarının Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmasına gelenler, gezici oyuncular, bir gecelik çiftler) gelmeye başlayacaklardır.
***
Otuz beş yaşlarındaki Ortalıkçı Kadın’ın geride bıraktığı hüznü, acıyı, kimsesizliğin nefes kesen yasını ve hayatta başka çaresi olmadığı için alışkanlıklarını bırakmak istemeyen insanın tırtıllı endişesini bilir misin?
Eleştirmenler, edebiyat kuramcıları tarafından olduğu gibi romanda da ikinci planda kalmış ve yazarıyca da görmezden gelinip üstünkörü geçilmiş, anlatılmaya ve anlaşılmaya çalışılmamış kızdan bahsediyorum.
Hani bekâretini kaybetmiş diye geri gönderilen… İlk gençliğinde dayısının tecavüzüne uğramış, yine de çalışarak, köye, dayısına para gönderen Çalık Ali’nin yeğeni…
İtilip kakılan, horlanan, kişiliği kabul edilmeyen ve cinsel sömürüye uğrayan… Cahil olduğu için de fazla acı çekmeyeceği düşünülen…
Öyle ki ‘her şey bitiyor’ diye hayıflanırken bile vakarını, ciddiyetini koruyan ve ayrılmak isteyen sevgilisini vazgeçirmeye çalışan ama ortalığı telaşa vermekten uzak, soylu bir genç kız gibi “Kaçamak yaptıydım getireyim mi?” diyen…
Ortalıkçı Kadın, sonuna kadar gitmek ve sonunu görmek isteyen Otel Kâtibi’nin yapacaklarını daha yakından hıyallıyordur (sezinliyordur) artık. Fakat bağırıp çağırmayı, ‘ne oluyor’ diye sormayı, kaçmayı, kurtulmayı, kendine başka iş bakmayı aklından bile geçiremiyordur.
Kaderine razı olmuştur, başına geleceklere ‘tecelli’ deyip iç çekecektir.
Zebercet ile bir konuşma geçer aralarında, uykusunun derinliklerinde…
“Geldin mi ağa?”
“Yarın gidemezsin; dayın ölmüş.”
“Ölmüş mü? Anam mı?”
“Dayın. Çok oldu; köyden biri söylediydi.”
“Yalandır.”
“Doğru; ölmüş.”
Ve Zebercet; kasığına, yörüngesiz bir diz yiyince (belki de iktidarsızlığı veya ereksiyon olamaması ortaya çıkınca) ne yaptığını bilmez bir psikolojiye bürünür, ‘kötü de olsa, yaşamın içindeki tek tutanağının, dayısı Çalık Ali’nin öldüğüne inanmak istemeyen’ kadını boğar.
Karamık’tan başka seveni olmayan Zeynep’tir işte bu. Onun başına gelenler, insan yerine konmayan, adına ‘besleme, ortalıkçı, kaşık düşmanı, halayık’ denen Anadolu Kadını’nın makûs kaderidir aslında.
Senelerce erkeğin önünde el pençe divan durması söylenmiş, ‘bu evden gelinliğinle çıktın buraya kefenin ile girersin’ düsturuyla yetiştirilmiş, hakları verildiği halde bunları kullanması istenmemiş/geciktirilmiş ve kocasına ismiyle bile seslenmeyi ar saymış Anadolu Kadını’nın kaderine isyan eden insan, hissiyatı kuvvetli bir okur hüviyetine bürünmek, biraz daha iyimser olmak ve birçok kimsenin aklına getirmediğini hayal etmek istiyor.
Belki Zeynep ölmemiştir? Gerçekten köye gitmiştir. Olmaz mı, olamaz mı?
Anayurt Oteli’nin kaotik ve karanlık ortamında muallâkta kalan birçok şey yok mu?
Boğma olayının üzerinden kaç gün geçmesine rağmen cesedin kokmaması romanda birkaç yerde vurgulanmamış mı?
Hatta otele gelenlere ‘yer yok’ demeye devam etmesine rağmen, daha önce de gelen, evli olmayan bir çifte Zebercet oda veriyor, hatta ertesi sabah resepsiyonda bu sevimli bulduğu insanlarla laflıyor, adamdan sigara bile alıyor.
Otelde sabaha kadar kalan ve sabah resepsiyonda Zebercet ile ayaküstü konuşan çift de koku duymuyor ve bir olağan dışılık sezmiyor. Peki, bu nasıl oluyor?
Her ne kadar, Zebercet ölünün kapısını kilitlemiş olsa da ceset kokusu kapalı kapıdan dışarıya sızmıyor mu?
Bu durum (Bir Adli Tıp Doktoru’nun ifade ettiği gibi, bir cesedin iki gün içinde dayanılmaz, insanı kusturacak bir koku yayacağı gerçeği), Ortalıkçı Kadın’ın Sindelli Köyü’ne gitmiş, kaçmış kurtulmuş olabileceğini temellendirmiyor mu?
Veya belki de Zebercet öyle sanmıştır, duyargaları kapandığı için müteveffanın kokusunu hissetmekten, duymaktan uzaktır artık.
Toplumda da böyle insanlar vardır. Huzur batar onlara. Neyi neden yaptıkları bir türlü anlaşılamaz. Bakmışsın intihar ederler, bakmışsın pervasızca kızlarını boğarlar ya da yıllardır disiplinle çalıştıkları işlerini, bir akşamüstü, kendilerini garanti altına almadan, ansızın bırakıverirler.
Edebiyatın içinde olan insanlar, Zebercet’e gizli açık hayranlık beslemiş, kendilerini onun yerine koymuşlar.
Otel Kâtibi hakkında incelemeler yapılmış; onun cinsel saplantılarının boyutlarından, ölüm ile cinselliği iç içe geçirmesinden, uzlet içerisinde olmasından, ruhsal çöküntülerinden, alınganlığından, uyumsuzluğundan, çocukluğundan itibaren baskı altında kalıp topluma yabancılaşmasından, sosyal fobisinden, iletişim kuramadığı ve takaza edilmekten korktuğu için insanlarla arasına mesafe koymasından, takıntılarından, komplekslerinden, çocukluğunda okulunda, ailede psikolojik baskı görmesinden ve güya özgürlüğüne düşkün bir anti kahraman olmasından bahsetmişler.
Ataerkil bir toplumu eleştirirken, egemen kültürün gereklerini yerine getirmek ve araç gereçlerini kullanmak bir tür paradoks aslında.
Yazar Ömer Sevinçgül, bu paradoksu “Köle ruhlular efendilerini eleştirirler ama fırsat buldular mı efendileri gibi davranmaktan geri durmazlar.” diyerek açıklar.
Zavallı Zeynep, on yıldır neler yaşamıştı sığındığı Anayurt Oteli’nde. Çalışarak ve uyuyarak ruhundaki hasarları tamir edebilmiş miydi?
Yeryüzüne böyle mi katlanabiliyordu? Uyuyunca, hoyrat insanların ve hayatın açtığı ruhunun macca yaralarını sağaltmaya mı bırakıyordu?
Gemisini bir şekilde yüzdüren insanlara, ‘aklı noksan olanlara, arkasızlara merhameti olmayan’ topluma bilerek mi umarsız ve duyarsız davranıyordu?
Kendisine kol kanat olacağı sanılan dayısının tecavüzüne uğrayarak, evlendiği iki adamın da ona sahip çıkmadığını deneyimleyerek, birçok erkeğin onu obje yerine koyup sadece kadınlığından yararlanmak istediğini görerek nasıl da hayal kırıklığına uğramıştı.
İnsanoğlunun (en başta Zebercet’in) aşağılık yanını görmüş, bu yüzden tüm insanlığa ‘canınız cehenneme’ mi demişti?
Türkü söyler miydi? Bilmeden de olsa âşık olmuş muydu? Otelin alışverişi için sokaklara çıktığında selamlaştığı, tebessüm ettiği insanlar var mıydı?
Çocukluğundaki ‘Küçük Zeynep’ halini hatırlıyor muydu? Anne babası ölmeden önce onların kıymetlisi miydi?
Bir keresinde, bağda çalışan babası “Zeynep bir tas su doldur gel bakayım kızım, pek susadım!” demiş miydi?
Bu günleri hayal meyal hatırlıyor muydu?
Onun uykuyu neden bu kadar sevdiği anlaşılmıştı aslında.
Nasıl ki Zebercet kaçışı intiharda bulmuştu, Zeynep de, besleme denerek aşağılanan yardımcı kızların evin erkekleri tarafından hamile bırakıldıkları ve sonra fakir bir yakın akrabaya veya olayların mahiyetlerini anlamaktan uzak tanıdıklara yamandıkları rezil, kokuşmuş ve acımasız düzene, uyuyarak katlanabiliyordu.
Ortalıkçı Kadın Zeynep, Sindelli Köyü’nden… Çalık Ali’nin yeğeni… Tanır mısın kendisini?
Fatih ALTINBEYAZ
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 14)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 15)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 16)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 30)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 42)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 44)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 55)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 59)
*Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan, Yapı Kredi Yayınları (sayfa 60)
Emeğinize sağlık. Anayurt Oteli’ne bir de bu yazı aracılığıyla bakmak lazım kesinlikle.
Merhaba! Çok teşekkür ederim, sağ olun. Dediğiniz gibi, Anayurt Oteli çok farklı bakış açılarını hak ediyor. Selamlar…