in

Altın Hanedanlık

NBA’de final serisi sona erdi ve kazanan taraf son 10 senenin en büyük hanedanlığı olan ve 7 sezonda 4. Şampiyonluğunu kazanan Golden State Warriors oldu. Aslında 2019 yılındaki NBA finallerinden sonra artık kimse Warriors’ın ve Stephen Curry’nin bir daha en yüksek seviyeye çıkacağına ihtimal vermiyordu. Tarihin en iyi oyuncularından biri olan Kevin Durant’in takımdan ayrılması ve bu organizasyonun en önemli parçalarından biri olan Klay Thompson’ın aşil tendonunu koparması sonucu geçirdiği uzun sakatlık sonrası Golden State için işler hiç iyi görünmüyordu.

Sonraki sezonda Curry’nin de elini kırıp uzun süre parkelerden uzak kalmasıyla da birlikte takım, sezonu ligin en kötü derecesi ile tamamlamıştı. Golden State Warriors’ın asıl başarısının öncelikle draft ettiği oyuncularla başladığını önceki yazılarımda belirtmiştim. Keza 2014 öncesi son 20 senenin ligdeki en başarısız takımıydı Warriors ve bu bahsettiğim olumsuzluklar sonrası tekrar o noktaya gelmiş gibi gözüküyorlardı. Ancak belki de bu takımın kaderi D’Angelo Russel takasıyla birlikte tekrar değişecekti. 2019 yazında kadroya katılan Russel’in kimse uzun yıllar Warriors formasını giymesini beklemiyordu. Zaten ilerleyen aylarda da Russel’ın doğru bir parça olmadığı iyice ortaya çıkmıştı.

Tarihler 7 Şubat 2020’yi gösterdiğinde, D’Angelo’yu Minnesota Timberwolves’a yollayan Warriors, karşılığında Andrew Wiggins’i kadrosuna kattı ve belki de 2022 şampiyonluğunun ilk temellerini oluşturmuş oldu. Elbette okuyucularımız Andrew Wiggins’in kim olduğunu ve hangi umutlarla lige girdiğinin gayet farkındadır ancak hatırlatmak gerekirse Wiggins draftta ilk 3 sıra seçimiydi ve Minnesota’nın kurtarıcı olması beklenen bir süperstar etiketiyle lige adımını atmışı. Hatta ona Kanadalı Jordan (Maple Jordan) lakabı bile takılmışı. Böyle büyük beklentiler ve baskı altında ezilen Andrew Wiggins, bir türlü beklenen seviyeye ulaşamayıp hayalkırıklığı yaratmıştı ve NBA’deki rolünün artık ne olduğu, Warriors sistemine nasıl uyacağı gibi faktörler takas sonrası otoritelerin tartışma konusuydu. Golden State sisteminde öne çıkan oyuncu olmaktan ziyade bir tamamlayıcı parça olma rolünü benimseyen Wiggins özellikle bu şampiyonlukta konferans finallerinde ve tabii ki de finalde başta savunmada olmak üzere muazzam bir performans sergiledi ve izleyenlere bir kez daha şunu hatırlattı ki; Çok yetenekli olabilirsiniz, üzerinizde bir süperstar beklentisi, franchise’ı taşıması gereken oyuncu beklentisi olabilir ama bu sizin kendinizi bununla etiketleyeceğiniz anlamına gelmez.

NBA’de farklı bir organizasyonda, farklı bir rolü ama doğru rolü bulduğunu takdirde bir numara olarak öne çıkmadan da kendi adınızı tarihe yazabilirsiniz. Dolayısıyla çalışmaktan ve hem yetenek hem de olgunluk bazında kendini geliştirmekten kaçınmamak gerekir. 2022 NBA finallerinde Andrew Wiggins bize tam olarak bunun şahika bir örneğini gösterdi ve 5. maçta gösterdiği 26 sayı 13 ribaundluk performansla da bunu taçlandırmış ve böyle bir sahnede bir maçlığına hem de Curry’nin olduğu bir takımda en iyi oyuncu konumunda olmuş oldu. Golden State’in başarısına giden yolu anlatmaya devam edersek, draftta Jordan Poole’u seçmeleri ve onun gelişiminin özellikle de geçen sezonun ikinci yarısından itibaren kimsenin beklemediği ölçüde çabuk ve radikal gerçekleşmesi sonucu muhteşem bir parça daha kazanmış oldular.

Bu sezonun şubat ayında Klay Thompson’ın da 2. kere uzun sakatlık sonrası sahalara dönmesiyle Golden State, Curry- Thompson-Poole üçlüsü ve yanlarındaki doğru parçalarla birlikte normal sezonu 3. sırada bitirmeyi başardı. Playofflara başlarken kimse Warriors’ın finale çıkmasını beklemiyordu. En azından çoğunluğun fikri bu yöndeydi. Özellikle de ilk turda Denver’a karşı Poole’un efsanevi performansları sonrası “Poole Party” mottosuyla da iyi bir hava yakalayan takım, 2. turda Ja Morant’in taşıdığı Memphis Grizzlies’ı ilginç ve bir o kadar da eğlenceli gecen bir seri sonrası 4-2 yenerek konferans finaline kadar gelmeyi başarmıştı. O seride 5. Maçta Warriors 50 sayı fark yiyip tarihe geçerek kaybettiğinde herkesin kafasında bir soru işareti oluşmuştu ancak daha sonrasında eski şampiyonluklardan kazandığı o başarı kültürünü yeni yapısıyla da harmanlamayı başaran Golden State tekrar toparlanıp konferans finalinde Dallas’ı beklenenden rahat şekilde 5 maç sonunda geçerek adını tekrardan NBA finaline yazdırdı.

Finallerde ise Stephen Curry artık adının tarihin belki de en iyi 10 oyuncusundan biri ve Magic Johnson’la birlikte en iyi guard’ı olarak anılmasına sebep oldu ve takımını 1 maç hariç sırtında taşıdı. Özellikle de Celtics seride 2-1 öndeyken ve tartışmasız ligin playoff’taki en iyi taraftar atmosferi olan TD Garden’da gösterdiği 43 sayılık performans final tarihinin en görkemli performanslarından biri olarak kayıtlara geçtiğini söyleyebilirim. Nitekim o maçı Warriors kaybetseydi seride 3-1 geriye düşecekti vs artık o noktadan sonra geri dönüş zor olacaktı.

Beklenildiği üzere finallerin en değerli oyuncusu ödülünü kazanan Curry’nin kariyerinde olimpiyat altın madalyası hariç kazanmadığı başarı kalmamış oldu. 6. Maç sonrası verdiği röportajda da zaten 2024 Paris Olimpiyatları’nda şu anki koçu Steve Kerr önderliğinde ABD milli takımıyla altını hedeflediğini de söyledi. Golden State’in o kadar başarılı geçen 5 sezonun ardından en dibe vurmasına rağmen doğru planlama ile kısa sürede hemen toparlanıp tekrar şampiyonluk tahtına çıkmasını anlattığım bu yazıyı okurken keyif aldığınızı umuyorum. Üzerinden seneler geçince bile bu başarı ve bu hanedanlık anlatılmaya ve diğer takımlar tarafından modelize edilmeye çalışılmaya devam edecektir ama öyle kolay kolay Golden State Warriors olmak da herkesin harcı değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Roman Yazmak İçin 20 Kural

Yıkılmadım Ayaktayım Ya Da Yas