Hayvanlar bizim malımızdır; sahibi olduğumuz şeylerdir.(1) Modern siyasî ve ekonomik sistemlerin hemen hepsinde, hayvanlar açık açık, sahiplerinin –bireyler, kurumlar ya da devlet– onlara yüklediği değerden başkaca bir değeri olmayan metalar olarak görülür. Hayvanların mal statüsü yeni değildir; bu binlerce yıldır böyledir. Nitekim, tarihsel bulgular hayvanların evcilleştirilmesinin ve sahiplenilmesinin mülkiyet ve para düşüncesinin gelişmesiyle yakından bağlantılı olduğuna işaret etmektedir. Örneğin, İngilizce cattle (davar, mal) sözcüğü capital (sermaye) sözcüğüyle aynı kökten gelir ve bu iki sözcük pek çok Avrupa dilinde eşanlamlıdır. İspanyolca’da mal sözcüğünün karşılığı gnaderia’dır; davarın karşılığı ise gnado’dur. Latince’de paraya pecunia denir ve bu sözcük “davar” anlamına gelen pecus’tan türemiştir.(2)
Hayvanların mal statüsü Batı kültüründe, iki nedenden ötürü özellikle önemlidir. Birincisi, mülkiyet haklarına özel bir anlam ve önem atfedilir ve bunlar sahip olduğumuz en önemli haklar olarak görülür. Amerikan Devrimi her şeyden önce, Britanyalıların kolonicilerin mülk sahipliğini kurala bağlama ve sınırlama girişimine karşı bir tepkiydi ve ABD Anayasası’nın Haklar Bildirgesi’nde yapılan Beşinci Değişiklik “normal kanun yolu kullanılmaksızın” mülkiyetten (ya da yaşama hakkından veya özgürlükten) mahrum etmeyi yasaklar ve hiçbir özel mülke “adil bir tazminat ödemeksizin, kamusal kullanım için el koyulamayacağını” belirtir.(3) İkincisi, Batı’nın özel mülkiyet kavramı, ya da kaynakların, malını diğer herkesi hariç tutarak kullanmasına izin verilen belli bireylere tahsis edilmiş ve bunlara ait ayrı nesneler olarak görüldüğü sistem, hayvanların bize Tanrı tarafından verilmiş kaynaklar olma statüsüyle açık olarak ilişkilidir.(4)
Mülkiyet haklarının önemi ve hayvanların mal olma rolü, mülkiyet hakları kuramımızın başlıca mimarı olan John Locke’un (1632-1704) eserinde açık bir şekilde ortaya konmuştur.(5) Çağdaşı çoğu kişi gibi Locke da kainatın yaratılışına ve insan üstünlüğünün Tanrı tarafından tesisine dair Yahudi-Hıristiyan inancına bağlıydı. Kitabı Mukaddes’in ilk kitabı olan Tekvin’de, Tanrı’nın, “Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım; ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye hâkim olsun”(6) dediği söylenir. Bu pasaj, Tanrı’nın dünyayı ve kaynaklarını bütün insanların ortak kullanımı için yarattığını ima eder. Bununla birlikte, her şeye ortaklaşa sahip olsaydık, aramızdan herhangi biri bu kaynaklardan herhangi birini, diğerlerinin aynı kaynakları kullanma haklarına tecavüz etmeden nasıl kullanabilirdi? Hepimiz ormanın ağaçlarına ortaklaşa sahipsek, ben bir ağacı kendi kişisel kullanımım için kesmeye kalkıştığımda buna pekâlâ itiraz edebilirsiniz. Locke bu soruna, benim ağacı kesmeme izin veren, aynı zamanda da ağacın ilk başta bizim ortak malımız olduğu düşüncesini koruyan bir çözüm aramış ve bu çözüme emeğe dayalı doğal özel mülkiyet hakkı adını vermiştir.

Locke Tanrı’nın insanları kendi suretinde yarattığını ve hepimiz başka insanlara değil Tanrı’ya ait olsak da, insanların kendi bedenlerinin ve kendi emeklerinin sahibi olduğunu savunmuştur. İnsanlar emeklerini, sair surette insanlığın ortak sahipliğinde olan doğadaki bir nesneyle “birleştirerek” mülk edinebilirler. Bir ağaçtan dal kesip bundan bir mobilya yapmak suretiyle emeğimi bir ağaç parçasıyla birleştirirsem, bu ağaç parçasını emeğim aracılığıyla malım yapmış olurum. Artık bu ağaç parçası üzerinde bir mülkiyet hakkım vardır, öyle ki, onu münhasıran kullanmak ve kontrol etmek için hak iddiasında bulunurum, siz de bu iddiama saygı gösterme yükümlülüğü altına girersiniz.
Locke, mülk edinme çıkarımızı bir hakla korurken, nesneler üzerindeki münhasır kullanımımızın ve kontrolümüzün, sırf mal sahibi dışında birine yarar sağlamak üzere sonlandırılmaktan korunduğunu söylüyordu. Bir mal sahibinin malı üzerinde, diğerlerini bu mala sahip olmaktan ya da kullanmaktan alıkoyan, meşru bir sahiplik ve kullanım hakkı talebi vardır. Genellikle mülkiyet haklarının kökeninde hukukun olduğunu düşünürüz, ama Locke mülkiyet hakkını “doğal” bir hak olarak, yani, bunu korumak için tesis edilmiş herhangi bir hukuk sisteminden ya da devletten bağımsız olarak var olan, nihayetinde kaynağını Tanrı’dan alan bir hak olarak görüyordu. Mülkiyet hakkı “doğada” mevcuttu ve sadece bir nesne üzerinde emek harcamasına bağlıydı. Mülkiyet hakkı insan yasalarına tabi olsaydı, yasama organları ve mahkemeler bu yasaları değiştirebilir ve bu hakkı kendilerine uygun gelen herhangi bir keyfî standarda dayandırabilirdi. Locke’a göre bu, Tanrı’nın ilahi yasasını çiğnemek olurdu.(7)
Locke’a göre, Tanrı insanlara hayvanlar üzerinde hâkimiyet bahşettiği için, hayvanlar sahip olabileceğimiz diğer herhangi bir kaynaktan ya da nesneden farklı değildir.(8) Hayvanlar insanların ortak kullanımına verilmiş olsa da, “herhangi bir fayda sağlar hale gelmelerinden ya da belli bir İnsan’a herhangi bir şekilde yararlı olmalarından önce, şu ya da bu şekilde sahiplenilmeleri” gerekir.(9) İnsanlar hayvanlar üzerinde, tıpkı herhangi başka bir kaynak üzerinde olduğu gibi mülkiyet hakları edinebilirler. Mesela, bir kişi bir yabani tavşanı avlayıp öldürdüğünde ya da emeğini bir hayvanla başka türlü birleştirdiğinde, kişi “bu suretle [hayvanı] herkese ortak olduğu Doğal halinden çıkarmış ve bir Mülkiyet başlatmış” olur.(10) “O halde, bu Mantık Yasası, Geyiği onu avlayan Yerli’nin malı yapar; bundan önce herkesin ortak hakkı olduğu halde, ona emek vermiş olanın malı olmasına müsaade eder.”(11)

Locke hayvanların “aşağı sınıflardan Mahluklar”(12) olduğunu ve onlara karşı ahlakî bir yükümlülüğümüz olmadığını savunuyordu; hayvanlar, tıpkı su ve ağaçlar gibi, Tanrı’nın bizim kullanımımız için yarattığı kaynaklardı, o kadar. Locke, Tanrı’nın bize verdiği kaynakları nasıl “tahrip ve israf” etmememiz –yani boş yere kullanmamamız– gerekiyorsa, hayvanları da aynen öyle “tahrip ve israf” etmememiz gerektiğini düşünüyordu. Kant gibi, Locke da hayvanların acı hissedebileceklerine ve ıstırap çekebileceklerine, ama onlara gösterdiğimiz muamelenin sadece diğer insanlara gösterdiğimiz muameleyi etkilemesi ölçüsünde toplumsal bir önemi olduğuna inanıyordu. Örneğin, “kasapların idam kararı verebilecek jürilere alınmaması”nın, hayvanları yemek için kesme işinin, kişiyi insanlara karşı daha merhametsiz yapabileceğine dair bir mutabakatı yansıttığını söylüyordu. Tabii ki, Locke kasapların jürilerde görev alabilmesi için hayvanları yemekten vazgeçmemizi salık vermiyordu. Daha çok, en başta çocukların, “herhangi bir şeyi boş yere tahrip etme muzırlığı, daha özel olarak da, acı çekme yetisi olan her şeye acı vermekten aldıkları zevk”le ilgiliydi. Locke ana babalara, çocuklarına hayvanlara karşı müşfik olmayı öğretmelerini öğütlüyordu, zira “hayvanlara eziyet etme ve öldürme alışkanlığı, tedricen, insanlara karşı bile ruhlarını katılaştıracaktır; ve aşağı mahlukların acı çekmesinden ve yok edilmesinden zevk alanlar, kendi türlerinden olanlara karşı pek merhametli ya da sevecen olmaya yatkın olmayacaktır.”(13) Locke’un hayvanlara boş yere “eziyet edilmesinden ve öldürülmelerinden” duyduğu vicdani rahatsızlık, tıpkı Kant’ınki gibi, hayvanların görebileceği zarara değil, bunun insanlara verebileceği zarara dayanıyordu. Kediye işkence eden çocuk da, domuzu kesen kasap da –özellikle 17. yüzyıl kesimhanelerinin koşulları göz önüne alındığında– hayvanlara dayanılmaz bir acı çektirmektedir. Ama çocuk boş yere acı çektirmekte, dolayısıyla da hayvanı sadece tahrip ve israf etmekteyken, kasabın, Tanrı’nın hayvanları bize mal olarak bahşettiği kabulüne dayanan belli bir amacı vardır.
Locke ayrıca, genel olarak mülkiyet hakları ile hayvanlar üzerindeki mülkiyet hakları arasında yakın bir ilişki olduğunu ileri sürmüştür. Tüm mülkiyet haklarının Tanrı’nın insanlara hayvanlar üzerinde hâkimiyet bahşetmesinden ve bunun sonucunda “İnsanın Aşağı Mahluklardan herhangi birini Hayatının İdamesi ve Rahatlığı için kullanma hakkı”ndan kaynaklandığını savunmuştur. Bu kullanım “bir tek Mal Sahibinin çıkarına ve Avantajınadır, öyle ki gerektiğinde, kullanımı suretiyle Mülkiyetine sahip olduğu şeyi yok bile edebilir.”(14) Yani Locke’un bir mülkiyet hakkının mal sahibine bir nesne üzerinde münhasır kullanım ve kontrol hakkı verdiği yolundaki görüşü –modern özel mülkiyet kuramının temel taşı– Tanrı’nın insanlara bahşettiği varsayılan, hayvanların münhasır kontrol ve kullanımına dayanır.
Locke’un mülkiyet ve mal olarak hayvanlar kuramının, ABD’nin miras aldığı, hâkimin yargı hakkına dayalı bir hukuk sistemi olan Britanya örf hukuku üzerinde olağanüstü bir etkisi olmuştur. Örf hukukunun en büyük yorumcularından biri olan William Blackstone, “insanlığın muhayyilesini mülkiyet hakkı kadar genel bir biçimde etkileyen ve duygularını harekete geçiren başka hiçbir şey yoktur. Mülkiyet hakkı: yani bir insanın kainattaki başka herhangi bir bireyin hakkını toptan reddederek, dünyanın dışsal nesneleri üzerinde hak iddiasında bulunup kurduğu o münhasır ve despotik hâkimiyet,”(15) demiştir. Blackstone mülkiyet hakkının felsefî temelini tartışırken, “hayalperest yazarların bu konuda ortaya atabilecekleri her türlü içi boş metafizik düşünce”yi reddetmiş ve Tekvin’e dayanarak, “kutsal metne göre, cömert Yaradan insana ‘bütün yeryüzü; ve denizin balıkları ve göklerin kuşları, ve yeryüzünde hareket eden her canlı üzerinde hâkimiyet’ vermiştir”(16) sonucuna varmıştır. Blackstone Locke’un kuramına dayanarak “bu hakkın en ufak bir ihlaline dahi”(17) müsamaha göstermeyecek geniş bir mülkiyet kavramı geliştirmiştir.

Bugünkü yasalarımıza göre, “hayvanlara, araba ve mobilya gibi cansız nesnelerle aynı şekilde sahip olunur.”(18) Hayvanlar “yasa tarafından diğer herhangi bir menkul mal gibi ele alınır ve mutlak, yani tam mülkiyete konu olabilirler…[ve] yasanın mutlak mülkiyet konusunda sağladığı tüm korumalar mal sahibinin emrindedir.”(19) Mal sahibi hayvanın münhasır fiziksel zilyetliğine, hayvanı ekonomik ve diğer kazançlar için kullanmaya yetkilidir ve hayvanla ilgili sözleşmeler yapma ya da hayvanı bir borca karşılık teminat olarak gösterme hakkına sahiptir. Mal sahibi diğer insanlara karşı, hayvan malının başkalarına zarar vermemesini sağlamakla yükümlüdür, ama hayvanı satabilir, hayvanı miras bırakabilir, hayvanı başkasına verebilir ya da şahsı aleyhine bir yasal hükmün ifası kapsamında hayvanı elinden alınabilir. Ayrıca, hayvanı yok edebilir ya da öldürebilir. Yaban hayvanlar genellikle devletin sahip olduğu ve halk yararına emniyet altında tutulan mallar olarak görülür, ama bu hayvanlar avcılık ya da ehlileştirme yoluyla ya da kapatılarak belli insanların malı yapılabilir.
Gary L. Francione, Hayvan Haklarına Giriş, çeviren: Renan Akman-Elçin Gen, s. 129-136
Kaynak: Hayvanların Aynasında İnsan
DİPNOTLAR
1 Hayvanların mal statüsünün hayvan refahı yasalarını nasıl belirlediği konusunda bir tartışma için bkz. Gary L. Francione, Animals, Property, and the Law (Philadelphia: Temple University Press, 1995). Ayrıca bkz. Gary L. Francione, Rain Without Thunder: The Ideology of the Animal Rights Movement (Philadelphia: 1996).
2 Jeremy Rifkin, Beyond Beef: The Rise and Fall of the Cattle Culture (New York: 1992), s. 28.
3 ABD Anayasası V. Değişiklik. Bkz. Francione, Animals, Property, and the Law, dipnot 1, s. 46-48.
4 Bkz. Francione, Animals, Property, and the Law, dipnot 1, s. 38-40. Ayrıca bkz. Bölüm 5.
5 Bkz. John Locke, Two Treatises of Government, yay. haz., Peter Laslett (Cambridge: 1988). Locke’un mülkiyet hakları kuramı ve bunun hayvanlara uygulanması hakkında daha fazla tartışma için bkz. Francione, Animals, Property, and the Law, dipnot 1, s. 38-42. Locke’un haklar kuramı hakkında genel bir tartışma için bkz. A. John Simmons, The Lockean Theory of Rights (Princeton: 1992).
6 Tekvin 1:26 (Kitabı Mukaddes Şirketi, 1976).
7 Locke’un doğal hak anlayışı Giriş’te ve 4. Bölüm’de tartışıldığı şekliyle temel hak kavramından ayırt edilmelidir.
8 Locke’un, Tanrı’nın insanlara hayvanlar üzerinde hâkimiyet bahşetmesini, hayvanlara hükmetme ve onları sömürme izni olarak yorumlamasının doğru olup olmadığı kuşkusuz sorgulanabilir. Bkz. Bölüm 5.
9 John Locke, An Essay Concerning the True Original, Extent, and End of Civil Government {“Second Treatise”), § 26, satır 10-12, Locke, Two Treatises of Government içinde, dipnot 5, s. 286-87 (vurgular atlanmıştır).
10 A.g.e., s. 30, satır 16-18, s. 290.
11 A.g.e., satır 1-4, s..
12 A.g.e., s. 6, satır 18, s. 271.
13 John Locke, “Some Thoughts Concerning Education” [1693], yeniden baskısı Paul A. B. Clarke ve Andrew Linzey (yay. haz.), Political Theory and Animal Rights içinde (Londra: 1990), s. 119-20.
14 John Locke, The False Principles and Foundation of Sir Robert Fihuer, and his Followers, are Detected and Overthrown {“First Treatise”), s. 92, satır 1-5, Locke, Two Treatises of Government içinde, dipnot 5, s. 209.
15 William Blackstone, Commentaries on the Laws of England, *2 (Chicago: 1872), s. 329.
16 A.g.e., *2-3 (Tekvin’den alıntı), s. 330.
17 William Blackstone, Commentaries on the Laws of England, *(Chicago: Callaghan, 1872), s. 89.
18 Godfrey Sandys-Winsch, Animal Law (Londra: 1978), s. 1. Hayvanların ahlakî statüsü olmayan eşyalar olduğu görüşünün kuşkusuz Batı’nın liberal siyasî düşüncesiyle ya da özel mülkiyet konusuyla özel olarak ilgilenen başka geleneklerle sınırlı olmadığı belirtilmelidir. Örneğin, özel mülkiyeti eleştiren Marx, hayvanların insanların işine yaramanın ötesinde herhangi bir önemi olduğu görüşünü reddetmiştir. Bkz. Bölüm 5. Ama bu, ekonomik ve siyasî konularda Marksist ya da solcu bir bakış açısını benimseyenlerin hayvanların ahlakî önemini reddettikleri anlamına gelmez. Bkz. örn. Ted Benton, Natural Relations: Ecology, Animal Rights and Social Justice (Londra: Verso, 1993); Barbara Noske, Beyond Boundaries: Humans and Animals (Montreal: 1997).
19 T. G. Field-Fisher, Animals and the Law (Londra: Universities Federation for Animal Welfare, 1964), s. 19.
Yazıyı beğendim. Merhametli ve kafası çalışan kişilerde mutlak surette bir ışık yakacak düzeyde. Hatta daha da ilerisi şimşekler çaktırır ama, insanoğlu hep gerçekleri yadsır ve kötülüğü kendi kendine meşrulaştırır. İnsan kafasındaki pratikleri gözden geçirmeli. Yazı çok güzel aydınlatıcı, fakat çocukluğumdan beri hayvan konusu hep içimde çığlıktır. O çığlık uzaklarda yakınlarda ve hep de içimde. Teşekkür ederim. Saygılarımla.