Weeds (2005-2012)
Breaking Bad dizisini sevdiyseniz, onun komedi ve ironi dozu artırılmış kuzeni diyebiliriz ‘Weeds’ için. Aslen suç dizisi olmasına rağmen dram ve komedi unsurlarının envai çeşit örneğiyle sekiz sezon boyunca sürükleyiciliğinden hiçbir şey kaybetmemeyi başarıyor. Gittikçe tuhaflaşan karakterleri ve yarattığı absürd atmosfer ile nefis bir seyirlik sunan diziyi henüz bitirmiş bir hayranı olarak yakın arkadaşımızı kaybetmiş gibi boşluğa düştüğümüzü ifade edelim.
Aynı kurabiye kalıbıyla kesilmiş gibi duran tek tip evlerin olduğu Agrestic banliyösünde, eşini kaybettikten sonra iki çocuğuna bakabilmek için paf küf işine giren Nancy Botwin ve yakın çevresinin tuhaflık dozu sürekli artan hallerinin anlatıldığı dizi, eğlenceli bir çerezlik gibi dursa da dönemin siyasi ve toplumsal konularına getirdiği birbirinden enfes yorumlarla damakta leziz bir tat bırakıyor. Sinsi komşular üzerinden Amerikan orta sınıfına göndermelerle başlıyor, hızını alınca göçmenlik, cinsel yönelim, savaş karşıtlığı, Amerikan rüyası illüzyonu gibi birbirinden güncel konulara cesurca dokunduruyor ve toplumun normal dışı kabul ettiği pek çok şeyin aslında nasıl da herkesin hayatının içinde olduğunu keyifli ve samimi bir şekilde anlatıyor.
Dizideki performansıyla Altın Küre Ödülüne layık görülen Mary-Louise Parker’ın canlandırdığı Nancy Botwin karakteri, tüm falsolarına rağmen bir an bile iflah olmayı kabul etmeyecek kadar cesur ve her türlü sarsıcı olaya kolayca uyum sağlamayı başaran güçlü bir kadın olarak benzersiz bir portre çiziyor. İncelikli olarak işlenen birbirinden uçuk yardımcı karakterler arasından favorimiz ise hayatın keyifli ve karanlık yanlarına getirdiği hınzır yorumlarla gönlümüze taht kuran Andy Botwin oldu.
Agrestic’ten çıkıp bir anda Meksika’ya taşınan, hiç hesapta yokken Danimarka’nın Özgür Şehri Christiania’da bir süre konaklayıp yeniden ana karaya dönen karakterlerin şaşırtıcı hikayelerini anlatan bu karanlık komedi dizisini siz de bizim gibi zamanında ıskaladıysanız daha da geç kalmadan ona mutlaka bir şans vermelisiniz.
Masters of Sex (2013-2016)
İnsan cinselliği biliminin iki ismi Dr. William Masters ve Virginia Johnson’ın gerçek hayatlarından esinlenerek yazılmış kitap uyarlaması dizi. Günümüzde yaygın olarak kullanılan pek çok kavramın bu iki öncü araştırmacının çalışmalarıyla nasıl cesurca aydınlatıldığı ve insanların hayatını etkileyen cinsel sorunlara nasıl deva oldukları anlatılıyor.
Kadın Doğum Doktoru Williams’ın çalışmalarına ilerici kadın bakışını getiren Johnson, projenin vazgeçilmez bir unsuru halini alıyor. Kendi araştırmalarına denek olabilecek kadar açık fikirli olan ikilinin insan cinselliği ve özellikle kadın cinselliği üzerine yaptıkları bilimsel çalışmalar alanda büyük kıyamet koparıyor ve ülkede cinsel devrimin fitilini ateşliyor. Sadece en çok satanlar listesinin zirvesine oturan bilimsel çalışmaları değil yaratıcı partnerlikten duygusal partnerliğe evrilen tutkulu ilişkileri de büyük sansasyon yaratıyor.
Cinsellik gibi tabu bir konunun sırlarının muhafazakar Amerikan toplumunda son derece cesur bir şekilde aydınlatılışına tanık olmak evet müthiş ama asıl vurucu olan tüm bunlara paralel olarak işlenen bireysel ve toplumsal hikayelerin derinlikli diyaloglarla verilişindeki çekicilik. Ego savaşları, tutku, freudyen kader, bekar annelik, bağımlılık, ırkçılık, homofobi gibi neredeyse işlenmeyen bir konu yok dizide. Elvis Presley müzikleri gibi dönem esintileri de kreması.
Zaman içinde karakterlerin geçirdiği değişim ve dönüşüm o kadar takdire şayan bir şekilde veriliyor ki psikolojiye meraklıysanız başarılı psikolojik çözümlemelerden ziyadesiyle zevk alacaksınız.
Mozart in the Jungle (2014-2018)
Canımız ciğerimiz Gael Garcia Bernal’ın muhteşem performansıyla daha da parlayan, eğlenceli ve cıvıl cıvıl bu müzik dizisi, kafa dağıtmak ve arka arkaya izlemek için mükemmel bir seçenek.
En iyi komedi ve en iyi aktör dallarında iki Altın Küre Ödülü kazanan dizi dört sezondan oluşuyor ve konusu şöyle: Klasik müzik dünyasının rockstarı sayılan orkestra şefi Rodrigo (Bernal), New York Senfoni Orkestrası’nın başına getirilir. Papyon ve fraklı klasik müzik dünyasının sert kurallarını alışılmadık fikirleriyle sarsan Rodrigo ve Obua sanatçısı asistanı Hailey ilham için her şeyi yapan biri olmakla çevresine ilham olmak arasında gidip gelen yolculukta her ikisini de geliştiren yönlere savruluyorlar.
Yanar dönerli bir kokteyl kadehi gibi dram ve komedinin doğru bir karışımı olan dizi, kimi zaman Rodrigo’nun meşhur klasik müzik bestecilerinin hayallerini gördüğü halüsinatif sahneler ile fantastik bir anlatıma yöneliyor. New York şehrinin etkileyici mekanlarından üçüncü dünya şehri Mexico City’e, oradan Venedik, Havana ve hatta Tokyo’ya kadar dünyanın birbirinden farklı köşelerini dolaşan dizi, klostrofobik sıkıcılıktan uzaklaşıyor. Klasik müzik eserlerin etkileyici parçalarıyla kulaklarımızın pasını silmesi de büyük bir bonus elbette.
Raising Hope (2010-2014)
‘My name is Earl’ dizisini sevdiyseniz, aynı yapımcıdan çıkan bu dizinin de müptelası olacaksınız. Bir gecelik ilişkisinden çocuk sahibi olan Jimmy, ‘Hope’ ismini verdiği bebeğinin bakımını üstlenmek zorunda kalır.
Düşük gelirli aile üzerinden Amerikan rüyası aldatmacasıyla da dalga geçen dizi, toplumu oluşturan diğer alt kültürleri ihmal etmezken Türk seyyar satıcı ve ‘Istanbul (not Constantinople)’ şarkısı ile adeta Türkiye’li seyircilere göz kırpıyor.
Efsane karakter büyükanne ‘Maw-Maw’, tuhaf anne baba ve sonraki kız arkadaşı ile yoksul ve eğitimsiz beyaz bir ailenin hayatla baş etmek için buldukları çatlak ve eğlenceli yolları izlerken pek çok benzer yan bulmak sizi şaşırtacak.